MakalelerİTİRAZIN İPTALİ DAVASINDA ALACAĞIN TEMLİKİ

11/11/2019
https://www.aliyuksel-hilmiozalp.av.tr/wp-content/uploads/2022/07/itirazin-iptali-davasinda-alacagin-temkili-scaled-e1670575275892-1280x1280.jpg

İTİRAZIN İPTALİ DAVASINDA ALACAĞIN TEMLİKİ

Makale, 5846 sayılı kanuna göre koruma altında olup, kısmen veya tamamen iletme veya alıntıda kaynak belirtmenizi rica ederiz.

Stj. Av. Gözde BEYTORUN’un yazısı.

Bir hak veya mala sahip olan kişi, bu sahip olduğu hak veya mal üzerinde herhangi bir kısıtlama olmadığı müddetçe serbest bir şekilde tasarruf edebilir. Ancak bu hak veya mal bir davaya konu edilmişse ve dava sırasında davanın taraflarından birisince üçüncü bir kişiye devredilmişse mevcut dava bundan etkilenecektir.1 İşte bu yazımızda, “itirazın iptali davası devam ederken yapılacak alacağın temliki” konusunu usul hukuku, borçlar hukuku ve icra hukuku yönünden inceleyeceğiz.

1. DAVANIN TARAFLARI

Yargılama hukukunda birçok hüküm, taraflar ve tarafların nitelikleri hakkındadır. Taraf kim olacaktır sorusuna verilecek cevap, yargılamanın her aşamasında büyük önem arz eder. Nitekim mahkemeye başvurarak hukuki himaye talebinde bulunabilecek kimse davacı tarafında yer alacak, kendisine karşı hukuki himaye talebinde bulunulacak kimse de davalı tarafında yer alacaktır.

6100 Sayılı HMK ile taraf ve dava ehliyetleri ayrı ayrı düzenlenmiştir. Taraf ehliyeti, medeni haklardan yararlanma ehliyetidir. Dava ehliyeti ise fiil ehliyetidir. Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları dava şartlarından (6100 s. HMK. m.114) olup, bu husus kamu düzeniyle ilgilidir. Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırmakla yükümlüdür. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.

Bunun yanında 1086 sayılı Kanundan önemli bir fark olarak 6100 sayılı Kanunun 53. maddesinde dava takip yetkisi düzenlenmiştir. Bu hükme göre, dava takip yetkisi, talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisidir. Dava takip yetkisi bir dava şartıdır. Bu nedenle mahkemece kendiliğinden gözetilir ve taraflar da bu dava şartı eksikliğini davanın sonuna kadar ileri sürebilirler. Doktrinde, dava takip yetkisi, genellikle şu şekilde tanımlanmaktadır: Bir kimsenin davada taraf olarak, kendisine veya bir üçüncü kişiye ait olan hakkı kendi adına davada ileri sürebilme, davayı yürütebilme ve kendi adına esas hakkında hüküm alabilme yetkisidir. Dava takip yetkisi, 6100 sayılı HMK’de ise şu şekilde tanımlanmaktadır:

Dava takip yetkisi

MADDE 53- (1) Dava takip yetkisi, talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisidir. Bu yetki, kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, maddi hukuktaki tasarruf yetkisine göre tayin edilir.

Taraf ve dava ehliyetinin dava takip yetkisi ile olan ilişkisi, hak ve fiil ehliyetinin tasarruf yetkisi ile olan ilişkisi gibidir. Tasarruf yetkisi, hakka doğrudan doğruya etki yapabilme gücüdür. Genel olarak tasarruf yetkisi, hakkın sahibine aittir. Fakat her zaman hak sahipliği ve tasarruf yetkisi kavramları üst üste gelmeyebilir. Bu durumda hak sahibi ile hakkın konusu olan şey arasındaki hukuki bağ zayıftır. Böyle durumlarda hakkın konusunu oluşturan şey dava konusu olursa, davayı hak sahibi değil, dava takip yetkisine sahip olan kimseler yürütebilecektir. Bu duruma örnek olarak, iflas idaresinin ve vasiyeti tenfiz memurlarının davadaki durumları gösterilebilir.2

1.ARAS Aslı, “İtirazın İptali Davasında Dava Konusunun Devri”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, S:121-122 (2014), s:151-167
2. KALE Serdar, “Medeni Yargılamada Taraf Ehliyeti”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009, İstanbul

Görüldüğü üzere, dava takip yetkisi tarafın maddi hukuk ilişkisinin süjesi olup olmadığı konusu ile ilgili değildir ve tamamen usuli bir kavramdır. Bu sebeple, doktrinde, dava takip yetkisinin, sıfat yani husumet kavramından kesinlikle ayırt edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yargıtay genellikle “husumet” genel başlığı altında; dava takip yetkisini, dava ehliyetini, taraf ehliyetini ve sıfatı iç içe geçmiş bir şekilde kullanmaktadır.3
Sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlıklarda davanın taraflarının aynı zamanda sözleşmenin tarafları olması Yargıtay içtihatları ve öğretide taraf sıfatı yani husumet ehliyeti olarak adlandırılır. Sıfat bir maddi hukuk ilişkisinde tarafların o hak ile ilişkisinin bulunup bulunmadığını belirlenmesi anlamına gelir. Davacılık sıfatı, dava konusu hakkın sahibini; davalılık sıfatı ise, dava konusu hakkın yükümlüsünü ifade eder. Uygulamada davacı sıfatı aktif husumeti; davalı sıfatı ise, pasif husumeti karşılar. Dava konusu değer üzerinden kim ya da kimler hak sahibi ise, davayı bu kişi veya kişilerin açması ve kime karşı hukuki koruma isteniyor ise davanın o kişi ve kişilere karşı açılması gerekmektedir. Bir kişinin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir.

Taraf sıfatı, dava şartı değildir ama davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemece de resen dikkate alınır. Örneğin; mirası reddetmiş bir kimse, buna rağmen mirasçı sıfatıyla dava açarsa, dava sıfat yokluğundan reddedilir.4 Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir5. Bu sebeple, yargılamada taraflardan birinin sıfatının bulunmaması halinde verilecek karar da, usuli bir karar olmayıp davanın esasına ilişkin bir karar olacaktır.

Sübjektif bir hakkın sahibi, her zaman, bu hakkın konu edildiği bir uyuşmazlıkta yargılamanın tarafı olmayabilir. Yani sıfatla, dava takip yetkisi örtüşmeyebilir. Bazen sübjektif bir hak sahibi olunmamasına rağmen davada taraf olunabilmekte ve usuli işlemler yapılabilmektedir. İşte şekli anlamda taraf kavramının kabulü ile sıfatla dava takip yetkisi arasındaki farklılık daha kolay açıklanabilmektedir. Dava takip yetkisi, somut usuli talebe ilişkin davayı taraf olarak yürütme ehliyetidir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, dava takip yetkisi, davada taraf olan kişinin o davayı kendi adına yürütebilme ve kendi adına esas hakkında hüküm alabilme yetkisidir. Burada altı çizilmesi gereken nokta, “esas hakkında hüküm alabilme” yetkisidir. Dava takip yetkisine sahip olan kimse, esas hakkındaki hükme ulaşabilmesi için gerekli bütün usuli işlemleri yapabilecektir.6 Buna göre, sıfat tarafın maddi hukukta düzenlenen, örneğin alacaklı olma niteliğine ilişkindir. Alacağın tahsili için dava açan, alacağını davadan önce devretmişse, davacının alacaklı sıfatı yoktur ve dava esastan reddedilir. Buna karşılık, dava takip yetkisi, yargılamanın kim tarafından yürütüleceği sorusunun yanıtıdır. Bu bakımdan davanın yürütülmesi ve karara ulaşılmasındaki süreç dava takip yetkisini, bu sürecin sonucunda maddi hukuka yönelik sonuç sıfatı karşılar. Diğer bir deyişle, dava takip yetkisi usuli, sıfat ise maddi hukukla bağlantıyı ifade eder. Dava takip yetkisinin arandığı hâllerde, dava takip yetkisi yoksa dava usulden reddedilir.

3. KALE Serdar, “Medeni Yargılamada Taraf Ehliyeti”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009, İstanbul
4. Kuru Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü- Cilt 1, s:1169, 6. Baskı
5. Hukuki Tavsiyeler, http://www.hukukitavsiyeler.com/2015/08/04/sifat-yoklugundan-husumetten-davanin-reddi-nedir/
6. KALE Serdar, “Medeni Yargılamada Taraf Ehliyeti”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009, İstanbul
Çokça karıştırılan dava takip yetkisi ve taraf sıfatı kavramlarının farklarını şöyle sıralayabiliriz:

1-)Sıfat, maddi hukuka ait bir kavram iken, dava takip yetkisi tamamen usul hukukuna ait bir kavramdır

2-) Sıfat, dava konusu (sübjektif) hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğu için, sıfat bir dava şartı olmayıp, bilakis maddi hukuka ait bir itirazdır. Buna göre, sıfat yokluğu, bir defi değil, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olan bir itiraz olduğundan, mahkeme, kendisine sunulan dava malzemesinden (davalı veya davacının bildirdikleri vakıalardan, yani dava dosyasından) bir itiraz sebebinin varlığını öğrenirse, bunu resen gözetir. Ancak, dava dosyasından taraflardan birinin o davada sıfata sahip olup olmadığı anlaşılamıyorsa, mahkeme, o tarafın gerçekten davada sıfata sahip olup olmadığı hakkında kendiliğinden araştırma yapamaz; sıfatın varlığını kabul etmek zorundadır. Buna karşın dava takip yetkisi, dava şartıdır ve mahkeme, dava takip yetkisinin bulunup bulunmadığını kendiliğinden göz önüne alması gerekir; taraflar da bu dava şartı eksikliğini davanın sonuna kadar ileri sürebilirler.

3-) Bir davada sıfat yokluğu davanın esasına ilişkin olarak reddi sonucunu doğurur. Buna karşın, dava takip yetkisi, dava şartıdır ve mahkeme, dava takip yetkisinin bulunup bulunmadığını kendiliğinden göz önüne alır; taraflar da bu dava şartı eksikliğini davanın sonuna kadar ileri sürebilirler. Dava takip yetkisinin arandığı hâllerde, dava takip yetkisi yoksa dava usulden reddedilir. Bu sebeple, kural olarak, sıfat yokluğunun, bir davada, dava takip yetkisinin olup olmamasının gözetilmesinden sonra incelenmesi gerekir.7

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 27.11.2013 gün, Esas: 2013/13-439 Karar: 2013/1595 kararında da bu konu aynı şekilde özetlenmiştir:

“…
Öncelikle uyuşmazlığın çözümü için taraf sıfatı (husumet) kavramı üzerinde durulması gerekir: Sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı (husumet) dava konusu sübjektif hakka ilişkindir. Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen (nitelendirilen) kişiler, şeklen (biçimsel açıdan) o davanın taraflarıdır. Ancak mahkemenin bu taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, bu kişilerden birinin o davada gerçekten davacı veya davalı olmak sıfatı yoksa, dava konusu hakkın esasına ilişkin bir karar verilemez. Dava sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Bir sübjektif hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bu nedenle, o hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı (aktif husumet ehliyeti) da o hakkın sahibine aittir. Meselâ, bir alacak davasında davacı olma sıfatı o alacağın alacaklısına aittir. Alacak davası, o alacağın alacaklısından başka bir (üçüncü) kişi tarafından açılırsa, davacının davacı sıfatına sahip olmadığından (sıfat yokluğundan, husumetten) dolayı reddedilir (Kuru Baki/Arslan Ramazan/Yılmaz

7. BÖRÜ Levent, “Dava Konusunun Devri”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk, 2012

Ejder, Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 234; Ejder Yılmaz, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 2012, s. 530; Abdurrahim Karslı, Medeni Muhakeme Hukuku Ders Kitabı, 2. Bası, İst. 2011, s. 311- 312). Bir sübjektif hak kendisinden davalı olarak istenebilecek olan kişi, o hakka uymakla yükümlü (borçlu) olan kişidir (davalı sıfatı, pasif husumet ehliyeti). Örneğin, bir alacak davasında davalı olma sıfatı o alacağın borçlusuna aittir. Alacak davası, o alacağın borçlusundan başka bir (üçüncü) kişiye karşı açılırsa, davalının davalı (borçlu) sıfatına sahip olmadığından (sıfat yokluğundan, husumetten) dolayı reddedilir. Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, bir sübjektif hakkın sahibinin ve o hakka uymakla yükümlü olan kişinin kimler olduğu (yani bir davada, davacı ve davalı sıfatının kimlere ait olduğu) tamamen maddî hukuka göre belirlenir. Bu nedenle, bir kişinin belli bir davada gerçekten davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı hususu, usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu (sübjektif) hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur. Sıfatın usul hukuku bakımından önemi (usul hukukunu ilgilendiren yönü) şudur: Bir davanın tarafları (veya taraflardan biri) o davada gerçekten (davacı veya davalı olarak) taraf sıfatına sahip değilse, mahkeme, dava konusu hakkın esası (mevcut olup olmadığı) hakkında inceleme yapıp karar veremez. Mahkeme, davanın sıfat (husumet) yokluğundan reddine karar verir. Bu karar, davanın mesmu olmadığına (dinlenemeyeceğine) ilişkin bir karar olmayıp, gene davanın esasına ilişkin bir karardır (taraf olarak gösterilenlerden birinin taraf sıfatının bulunmadığını tespit eden bir karardır). Mahkemenin sıfat (husumet) yokluğunu kendiliğinden (resen) gözetmesi gerekir. Çünkü sıfat yokluğu, bir def’i değil, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olan bir itirazdır. Hâkim, kendisine sunulan dava malzemesinden (davalı veya davacının bildirdikleri vakıalardan, yani dava dosyasından) bir itiraz sebebinin varlığını (sıfat yokluğunu) öğrenirse, bunu kendiliğinden (resen) gözetir. İşte bu nedenle, hâkim, sıfat yokluğunu kendiliğinden gözetir. Taraf sıfatı, usul hukukuna değil, maddî hukuka ilişkin bir sorundur; diğer bütün maddi hukuk sorunlarında olduğu gibi, dava şartı değildir. Taraf sıfatının (davacı bakımından, aktif husumet ehliyetinin; davalı bakımından, pasif husumet ehliyetinin) yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için (def’i değil) bir itirazdır. Diğer bütün itiraz hallerinde olduğu gibi, sıfat yokluğu da, ancak dava dosyasından anlaşılabildiği ölçüde hâkim tarafından kendiliğinden (resen) gözetilir (Kuru/Arslan Yılmaz, s. 234- 237). Somut olayda iş yeri açma ve çalıştırma ruhsatı ile vergi levhasından davacının ürün satın aldığı mağazanın davalıya ait olmadığı, dava dışı üçüncü bir kişiye ait olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda ifade edildiği üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden nazara alınması gerekir. Bu nedenle mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. …”

2. TARAF DEĞİŞİKLİĞİ

Davanın tarafları dava dilekçesiyle belirlenir (HMK m.119) ve dava, kural olarak, dava dilekçesinde taraf olarak gösterilen kişiler tarafından yürütülerek bu kişiler hakkında hüküm verilir. Ancak bazen maddi hukukta gerçekleşen olayların davaya yansıması olarak örneğin, davanın taraflarından birinin dava esnasında ölmesi veya dava konusunun dava esnasında devredilmesi gibi sebeplerle kanuni taraf değişikliği yapılması gerekebilir. Bazen de hukuki veya fiili bir yanılgı sonucu dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi sebebiyle tarafın iradî olarak değiştirilmesi gerekli olabilir.8

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde, iradî taraf değişikliği yapılmasına ilişkin bir düzenleme bu Kanun’da bulunmamaktaydı. Yargıtay uygulaması ise, tarafı yanlış veya eksik belirlenerek açılmış olan davalarda, kural olarak, taraf değişikliği yapılmasına izin vermemekteydi. Ancak maddi hata veya temsilcide yanılma halleriyle sınırlı olmak üzere Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 80. maddesi kapsamında davalı tarafta taraf değişikliği yapılmasına izin vermekteydi. Bu durum, tarafı yanlış belirlenerek açılmış olan pek çok davanın reddine sebebiyet verdiğinden ve uygulamada taraf değişikliği yapılmasına da ihtiyaç duyulduğundan, kanun koyucu tarafından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 124. maddesinde iradî taraf değişikliği yapılmasına ilişkin düzenleme yapılmıştır.9

Tarafta iradî değişiklik

MADDE 124- (1) Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür.

(2) Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır.

(3) Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir.

(4) Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder.

Taraf değişikliği, açılmış ve görülmekte olan bir davada, davanın taraflarından birinin davadan ayrılması ve onun yerini “üçüncü kişinin” almasıdır. Taraf değişikliğinin bu dar tanımının yanında, daha geniş anlamda, mevcut tarafların yanına yenilerinin eklenmesi (tarafın genişletilmesi diyebiliriz) de taraf değişikliği olarak kabul edilebilir. İkinci durumda, davanın bir tarafında taraf sayısında bir artış meydana gelmektedir. Bu durum taraflar arasında dava arkadaşlığı oluşması şeklinde ortaya çıkmaktadır.10

Taraf değişikliği, usul ekonomisinin gerçekleştirilmesine ve yargılamanın basitleştirilmesine hizmet etmektedir. Usul ekonomisinin sağlanması, özellikle taraf sıfatında yanılgı sonucu yanlış kişi

8. TAŞ KORKMAZ Hülya, “Davacı Tarafta İradî Taraf Değişikliği Yapılması ve Bu Konuya Yargıtay’ın Bakış Açısının Değerlendirilmesi”, Fasikül Hukuk Dergisi, S:100, 2018
9. TAŞ KORKMAZ Hülya, “Davacı Tarafta İradî Taraf Değişikliği Yapılması ve Bu Konuya Yargıtay’ın Bakış Açısının Değerlendirilmesi”, Fasikül Hukuk Dergisi, S:100, 2018
10. AKKAYA Tolga, “Medeni Usul Hukukunda İradi Taraf Değişikliği”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, Özel Sayı 2014, s. 897-941 (Basım Yılı: 2015)
veya kişilerin taraf olarak gösterilmesi halinde anlam kazanmaktadır. Uygun hallerde, taraf değişikliğine izin verilmek suretiyle, mevcut uyuşmazlıklar daha önce açılmış ve görülmekte olan dava içinde çözülerek, yeni bir dava için harcanacak emek ve giderlerden tasarruf edilebilmektedir.

İradi taraf değişikliği, konusu ve sebebi aynı olan yeni bir dava açılması ve farklı bir hâkim tarafından karar verilmesi ihtimalini ortadan kaldırarak, dava hakkında daha önce inceleme (tahkikat) yapmış hâkim tarafından davanın yürütülmesine imkân tanıdığından, sadece usul işlemlerinin şeklen tekrarlanmasını önlemekle kalmayıp, bir yandan yargılama süresinin uzamasını engellemekte, diğer yandan daha isabetli kararlar verilmesini desteklemektedir. Böylece daha önceki yargılamada yapılmış bazı işlemlerin tekrarlanması gerekmeyecek, bu işlemlerin yapılması için ayrıca emek ve zaman harcanmayacak, masraftan tasarruf edilebilecektir.11

Taraf değişikliği, kanunun öngördüğü hallerde kendiliğinden (ipso iure) gerçekleşmekteyse zorunlu (kanuni) taraf değişikliğinden, buna karşılık, kanunun öngördüğü belirli hallerde bir tarafın talebi ve karşı tarafın kabulü ya da mahkemenin izni ile gerçekleşmekte ise iradi taraf değişikliğinden söz edilir. Örneğin, malvarlığına ilişkin davalarda, dava devam ederken taraflardan birinin ölmesi halinde, taraf ehliyeti sona eren taraf yerine mirasçıları geçer ve dava onlar tarafından veya onlara karşı yürütülür. Bu hukuki sonuç maddi hukuktan kaynaklanmaktadır. Dava mirasçılar tarafından mirası ret veya kabul edinceye veya mirasın reddi için öngörülen süre sona erinceye kadar ertelenir (HMK m. 55). Buna göre, üçüncü kişi kendiliğinden aktif veya pasif taraf sıfatını kazanır.

Dava devam ederken taraf sıfatında bir değişiklik olması halinde, iradi taraf değişikliği hükümleri uygulanamaz. Dava devam ederken taraf sıfatında değişiklik, taraflardan birinin ölümü veya ticari işletmenin devri gibi külli halefiyet hallerinde ya da dava konusunun devri gibi cüzi halefiyet hallerinde söz konusu olabilir. Bu hallerde zorunlu taraf değişikliği söz konusu olduğundan, iradi taraf değişikliği talep edilemeyecektir; daha doğrusu iradi taraf değişikliği talep etmekte tarafın hukuki yararı bulunmamaktadır. İradi taraf değişikliği davanın başında davacı veya davalı tarafta, taraf sıfatında yanılgı sebebiyle davanın yanlış kişi tarafından veya yanlış kişiye karşı açılması halinde talep edilebilir.12

Zorunlu taraf değişikliğine bir örnek olarak, HMK’nın 125. maddesinde düzenlenen dava konusunun, dava açıldıktan sonra, davalı tarafından üçüncü kişiye devredilmesi durumundaki taraf değişikliği verilebilir. Buna göre, dava açıldıktan sonra, davalı, dava konusu hakkı veya şeyi üçüncü kişiye devrederse, davacı isterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam eder (HMK m. 125, I, a). Bu hükme göre, her ne kadar taraf değişikliği davacının talebi ile gerçekleşmekte ve dolayısıyla iradi gibi gözükmekte ise de aslında bu tür bir taraf değişikliğine yol açan, davacının dava açarken tarafı yanlış göstermesi ve daha sonra onu değiştirmek istemesi değildir, bilakis dava konusunun davacının iradesi dışında davalı tarafından üçüncü kişiye devredilmesi, onun bu davayı üçüncü kişiye yöneltmesini adeta zorunlu kılmaktadır.

11. AKKAYA Tolga, “Medeni Usul Hukukunda İradi Taraf Değişikliği”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, Özel Sayı 2014, s. 897-941 (Basım Yılı: 2015)
12. AKKAYA Tolga, “Medeni Usul Hukukunda İradi Taraf Değişikliği”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, Özel Sayı 2014, s. 897-941 (Basım Yılı: 2015)
Dava konusunun devredilmesi halindeki taraf değişikliği, değişiklik talebinde bulunan davacının tarafı yanlış göstermesine neden olan bir hatasından, kusurundan veya keyfi davranışından kaynaklanmamaktadır. Bu nedenle, dava konusunun devredilmesi sebebiyle taraf değişikliği talebi ne karşı tarafın rızasına ne de mahkemenin iznine bağlı kılınmıştır13.

Kanuni taraf değişikliği yapılmasını gerektiren haller, davanın açılmasından sonra maddi hukukta gerçekleşen olayların yargılamaya yansımasının sonucu olduğundan, bu değişikliğin yapılması için karşı tarafın rızasına veya hâkimin iznine ihtiyaç yoktur. Ancak bu hallerde de, davada taraf değişikliği yapıldığına ilişkin bir ara karar verilmesi ve davaya yeni tarafa devam edilmesi gereklidir.14

İradi taraf değişikliği ise, dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi halinde, kural olarak, tarafların anlaşmasıyla yapılır (HMK m.124). Yani iradî taraf değişikliği yapılması, dava dilekçesinin hazırlanması esnasındaki hukukî veya fiilî bir yanılgıdan kaynaklanır. Yanlış gösterilen tarafın değiştirilmesine veya eksik gösterilen tarafın davaya katılmasına izin verilmediği zaman, iradî taraf değişikliği ile ihtiyari dava arkadaşlığı meydana getirilmesi gereken haller hariç açılan davanın reddi ve gerçek davacı tarafından veya gerçek davalıya karşı yeni bir davanın açılması gerekir. Bu olumsuz sonucu önlemek için iradî taraf değişikliği yapılması Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlenmiş (m.124); bu suretle usul ekonomisi ilkesi gerçekleştirilmek istenmiştir. Taraf değişikliği dar anlamda, yanlış gösterilen tarafın yerine gerçek tarafın geçirilmesi suretiyle yapılan taraf değişikliğini ifade etmektedir. Dar anlamda taraf değişikliğini, taraf değişimi olarak adlandırmak da mümkündür. Zira bu durumda, yanlış gösterilen taraf davadan çıkarılmakta ve onun yerine gerçek taraf geçirilmektedir. Geniş anlamda taraf değişikliği ise hem dar anlamda taraf değişikliğini hem de eksik gösterilen tarafın yanına bu eksikliği gidermek için, üçüncü kişi veya kişilerin taraf olarak dâhil edilmesi suretiyle yapılan taraf değişikliğini ifade etmektedir. Eksik gösterilen tarafın yanına bu eksikliği gidermek için, üçüncü kişi veya kişilerin taraf olarak dahil edilmesi suretiyle yapılan taraf değişikliği, taraf katılımı olarak da adlandırılmaktadır15.

Öncelikle belirtilmelidir ki, iradî taraf değişikliği yapılabileceğine ilişkin genel kural, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 124. maddesinin birinci fıkrasındaki hükümdür. Bu hükümde “davacı” veya “davalı” arasında bir ayrım yapılmamış; aksine her iki tarafı da kapsayacak şekilde “taraf değişikliği” terimi kullanılmış ve bir davada taraf değişikliğinin, ancak karşı tarafın rızasıyla yapılabileceği belirtilmiştir. Bu nedenle, bu hükme istinaden gerek davacı gerekse davalı tarafta iradî taraf değişimi yapılabilir. Tarafın dava dilekçesinde yanlış gösterilmesi halinde, hem davacı hem de davalı tarafta, kural olarak, ancak karşı tarafın açık rızasıyla iradi taraf değişikliği mümkündür. Davacının davalı tarafı değiştirmek istemesi halinde, sadece görülmekte olan davanın davalısının açık rızası yeterlidir; yeni davalının rızasının bulunup bulunmaması ise önemli değildir. Zira, mevcut davalının rızasının bulunması halinde, bu, usulüne uygun bir davanın geri alınması işlemi olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca aleyhine dava açılan kişinin rızasının aranması, hukuki korunma talebinin doğasına uygun değildir. Davacı tarafta değişiklik yapılabilmesi için ise, tüm tarafların rızası gereklidir. Öncelikle önceki davacının bunu talep etmesi gerekir. Zira, onun hak arama talebinden

13. AKKAYA Tolga, “Medeni Usul Hukukunda İradi Taraf Değişikliği”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, Özel Sayı 2014, s. 897-941 (Basım Yılı: 2015)
14. TAŞ KORKMAZ Hülya, “Davacı Tarafta İradî Taraf Değişikliği Yapılması ve Bu Konuya Yargıtay’ın Bakış Açısının Değerlendirilmesi”, Fasikül Hukuk Dergisi, S:100, 2018
15. TAŞ KORKMAZ Hülya, “Davacı Tarafta İradî Taraf Değişikliği Yapılması ve Bu Konuya Yargıtay’ın Bakış Açısının Değerlendirilmesi”, Fasikül Hukuk Dergisi, S:100, 2018
rızası dışından vazgeçtiği kabul edilemez. Dava dilekçesinde taraf olarak gözüken davacının değiştirilmesinin talep edilmesi halinde, ayrıca hem mevcut davanın davalısının (karşı tarafın) hem de yeni davacının rızasının bulunması gerekir. Zira, davacı bakımından, tasarruf ilkesi gereğince kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya veya açılmış olan bir davayı sürdürmeye zorlanamaz. Davalı bakımından ise, davanın esası hakkında karar verilmesinde hukuki yararı söz konusudur.

İradi taraf değişikliği, kural olarak, karşı tarafın rızasıyla gerçekleşebilmekteyse de, her halükarda mutlaka karşı tarafın rızasını aramak, yargılamanın kaderini aslında taraf olmaması gereken bir kişinin rızasına bırakılmasına ve dolayısıyla mevcut yargılamanın uzamasına veya yeni davalar açılmasına neden olabilir. Karşı tarafın rızasının alınamadığı hallerde, iradi taraf değişikliği belirli şartların var olması durumunda hâkimin izniyle de gerçekleşebilir. Bunlar HMK’de maddi hata nedeniyle tarafın değiştirilmesi, dürüstlük kuralına aykırı olmayan değişiklik talebi ve kabul edilebilir yanılgı sebebiyle iradi taraf değişikliği olmak üzere üç başlık altında toplanmıştır. Maddi hatadan kaynaklanan değişiklik talebi, her ne kadar HMK’nin 124. maddesinde iradi taraf değişikliği başlığı altında düzenlenmiş ise de, esasında gerçek anlamda bir taraf değişikliği değildir. Zira bu durumda yeni bir tarafın yargılamaya dahil edilmesi söz konusu değildir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 124. maddesinin dördüncü fıkrasının ilk cümlesinde ise, iradî taraf değişikliğine ilişkin genel kuralın istisnalarından biri düzenlenmiştir. Buna göre “Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir.”. Görüldüğü üzere bu hükümde de, yanlış veya eksik gösterilen tarafın; dolayısıyla karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkimin izniyle değiştirilecek tarafın hangi taraf olduğundan söz edilmemiştir. O halde, bu taraf davalı olabileceği gibi, davacı da olabilir. Zira davanın tarafları dava dilekçesiyle gösterilir ve dava dilekçesinde taraflar belirlenirken gerek davalı gerekse davacı taraf yanlış veya eksik belirlenebilir16.

Görülmekte olan bir davaya aslında taraf olarak katılma iradesi veya rızası olmayan üçüncü kişinin, iradi taraf değişikliği sayılan her durumda, yeni davalı olarak, rızası dışında davanın tarafı haline getirilebilmesi (davaya dahil edilmesi) mümkündür. Davaya katılan kişinin önceki tarafın usul işlemleriyle bağlı olması, hukuki dinlenilme hakkına aykırı olduğundan, kural olarak kabul edilmemelidir. Sonuç olarak, önceki davanın geri alındığını, yeni bir davanın açıldığını ve önceki işlemlerden yeni tarafın yararlanabileceğini kabul etmek daha uygun bir çözüm yoludur. Buna göre, yeni taraf, davadan ayrılan tarafın işlemlerini isterse kabul edebilir ve onun yapmadığı usul işlemlerini yapabilir. Örneğin, davalı tarafta değişiklik olması halinde, yeni davalı, davadan ayrılan davalının huzurunda yapılan keşfi kabul edebilir veya önceki davalının ileri sürmediği ilk itirazları ileri sürebilir. Buna göre, yeni taraf bir yandan önceki tarafın usul işlemlerinden yararlanabilmeli, diğer yandan ise önceki tarafın ileri sürmediği iddia ve savunmalara dayanabilmelidir. Yeni tarafın, etki edemediği ve aleyhine olan işlemler ise, kendisi aleyhine sonuç doğurmamalıdır. Örneğin, dava dilekçesinde ihmal edilen iddia ve savunmaları, delilleri yeni taraf ayrıca ileri sürebilmelidir. Daha genel bir ifade ile hem davacı hem de davalı tarafta değişiklik olması halinde, davadan ayrılan davalının ileri sürmediği usule ve esasa ilişkin savunmaları, yeni taraf ileri sürebilir. Belirtmeliyiz ki, tarafın değişmesi ile yeni bir dava açılmış ve yeni bir usuli ilişki kurulmuş sayılması, davada kalan taraf bakımından önceki yargılamada yapılan tüm usul işlemlerinin etkisini kaybedeceği anlamına gelmez. Örneğin, önceki

16. AKKAYA Tolga, “Medeni Usul Hukukunda İradi Taraf Değişikliği”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, Özel Sayı 2014, s. 897-941 (Basım Yılı: 2015)
yargılamada bir vakıayı ikrar eden davalı, davacı tarafın değişmesinden sonra devam eden yargılamada da o ikrarıyla bağlı sayılmalıdır. Burada davacı tarafta değişiklik davalının rızasıyla gerçekleştiğinden, başka bir deyişle davalı rıza göstermeyerek iradi taraf değişikliğini engelleyebilecek durumda olduğundan, onun önceki ikrarıyla bağlı olması menfaatler dengesine uygundur ve aleyhine değildir. Aynı durum önceki yargılamada toplanan deliller bakımından da geçerlidir. Buna göre, önceki yargılamada elde edilen tanık beyanları, keşif, isticvap sonucu ve belgeler davanın esası bakımından önemli ise devam eden yargılamada da değerlendirilebilmelidir.

Gerçek anlamda iradi taraf değişikliği sayılan hallerde, tarafta değişiklik talebi, ancak ilk derece mahkemesinde nihai karar verilinceye kadar ileri sürülürse sonuç doğurabilir. Buna karşılık, gerçek anlamda taraf değişikliği sayılmayan, maddi hata sebebiyle iradi taraf değişikliği (tarafta düzeltme) ise, ilk derece mahkemesinin yanı sıra bölge adliye mahkemesinde de nihai karar verilinceye kadar talep edilebilir. Zira tarafta düzeltme (düzenleme) işlemiyle, davanın mevcut tarafının taraf sıfatına itiraz edilmemekte, taraf sıfatında değişiklik yapılması gerekmemektedir. Temyiz derecesinde de, temyiz dilekçesiyle tarafta düzeltme talep edilebilmeli ve Yargıtay talep üzerine veya resen tarafta düzeltme kararı verebilmelidir. Zira Yargıtay, temyiz incelemesinde tarafların kimliklerine ait yanlışlıklar ile yazı, hesap veya diğer açık ifade yanlışlıkları tespit ederse, alt derece mahkemesinin kararını bozmadan, düzelterek onama kararı verebilir17.

Yargıtay 23. Hukuk Dairesi’nin 2014/5373 E. ve 2014/6050 K. sayılı ve 29.9.2014 tarihli kararında bu konu şöyle düzenlenmiştir:

“…davanın açılmasından sonra, dava dilekçesinde gösterilen taraflarda değişiklik yapılması ihtiyacı ortaya çıkabilir. Bu değişiklik örneğin, taraflardan birinin dava sırasında ölmesinde veya dava yürürken dava konusunun devrinde olduğu gibi zorunlu (yasal) nedenlerle olabileceği gibi, davacının iradesine bağlı (iradi) değişiklik şeklinde de olabilir (Ejder Yılmaz, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 2012, s. 812). İradi taraf değişikliği halinde ise; bu durum davayı değiştirme anlamına geldiğinden, zorunlu taraf değişikliğinden farklı bir rejime tabidir. Mülga 1086 sayılı HUMK iradi taraf değişikliği hakkında açık bir hüküm içermemekle birlikte, yerleşik Yargıtay uygulaması ile genel olarak, davada iradi taraf değişikliğine izin verilmemiştir. Bu durumun özellikle usul ekonomisi açısından eleştirilere tabi tutulmasını dikkate alan yasa koyucu, 6100 sayılı HMK’nın 124. maddesi ile belirli hallerde iradi taraf değişikliğine olanak veren bir düzenleme getirmiştir. Anılan hükmün ikinci fıkrasında, bir davada taraf değişikliğinin ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkün olduğu öngörülmüş olup, hakimin taraf değişikliği konusunda davalı tarafa rızası bulunup bulunmadığını açıkça sorması gerekmektedir. Üçüncü fıkrasında ise, “Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir” düzenlemesi getirilmiştir. Somut olayda, dahili dava edilenler arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmadığı ve aleyhlerine usulüne uygun olarak açılmış bir dava da bulunmadığı, anılan 124. madde hükmü koşulları da gerçekleşmediği, bu nedenle de taraf sıfatını kazanmadıkları ve aleyhlerine hüküm de kurulmadığı anlaşıldığından, kararı temyiz hakları bulunmamasına göre, bir kısım dahili davalı vekilinin temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerekmiştir.”

17. AKKAYA Tolga, “Medeni Usul Hukukunda İradi Taraf Değişikliği”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, Özel Sayı 2014, s. 897-941 (Basım Yılı: 2015)

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun iradî taraf değişikliğine ilişkin 124. maddesinin uygulanması bakımından ortaya çıkabilecek bir başka sorun, bu maddeye istinaden geniş anlamda taraf değişikliğine dâhil olan taraf katılımının; yani taraflardan birinin yanına üçüncü kişi veya kişilerin taraf olarak katılımı şeklindeki taraf değişikliği yapılmasının mümkün olup olmadığı bakımından ortaya çıkabilir. Bu hükümde iradî taraf değişikliğinin yapılabileceği taraf bakımından ayrım yapılmadığı gibi, iradî taraf değişikliğinin türü bakımından da bir ayrım yapılmamıştır. Zaten geniş anlamda iradî taraf değişikliği, taraf katılımını da kapsamaktadır. Sonuç olarak kanun koyucunun iradî taraf değişikliğine ilişkin genel kural (HMK m.124/1) ile bu kuralın istisnalarının düzenlendiği hükümlerde (HMK m.124/3-4) iradî taraf değişikliğini geniş anlamda kullanmak suretiyle bu hükümlere istinaden hem taraf değişimi hem de taraf katılımı yapılmasına olanak sağladığı söylenebilecektir. İradi taraf değişikliğine ilişkin hükümlerin amacı usûl ekonomisini gerçekleştirmektir. Bu nedenle, koşulları mevcutsa taraf katılımı ile gerek mecburi dava arkadaşlığı şeklinde gerekse ihtiyari dava arkadaşlığı meydana getirecek şekilde iradî taraf değişikliği yapılması mümkün olmalıdır18.

3- ALACAĞIN TEMLİKİ ve DAVA KONUSUNUN DEVRİ

➢ Alacağın Temliki( Alacağın Devri)

Alacağın temliki, Türk Borçlar Kanunu madde 183 ve madde 194 arasında düzenlenmiştir. Bir alacağın alacaklı tarafından borçlunun iznine ve onayına gerek olmaksızın yazılı olarak başka bir kimseye devredilmesine “alacağın devri” denir. Alacağın temliki, borç ilişkisinden doğan bir talep hakkının devrini içeren ve alacaklı ile onu devralan üçüncü kişi arasında yapılan bir sözleşmedir. Alacağın devri ile alacak hakkı bunu devralan üçüncü kişiye geçer. Temlik ile birlikte alacaklı sıfatı devredenden devralana geçer ve sözleşmenin aktif süjesi değişmiş olur.

Alacağın devri, ödeme, tahsil ve teminat amaçlarıyla yapılabilir ve sözleşmeye, kanuna ya da bir yargı kararına dayanabilir. Alacağın devri sözleşmesi ile birlikte alacak, eski alacaklının mal varlığından çıkıp yeni alacaklıya geçmektedir. Diğer taraftan alacaklı bu hukuki işlemi ile alacağı üzerinde tasarruf etmektedir. Bu nedenledir ki alacağın devri tasarrufi bir işlemdir ve alacaklının hukuki işlem ehliyeti yanında alacağı üzerinde tasarruf yetkisinin de bulunması gerekir. Örneğin, haciz edilmiş veya üzerinde ihtiyati tedbir bulunan bir mal varlığı üzerinde tasarruf yetkisi olmadığından alacağın devri geçerli olamayacaktır. Tasarruf yetkisi ilke olarak devir işleminin yapıldığı anda mevcut olmalıdır. Alacak hakkı birden çok devre konu olmuşsa, tasarruf işlemlerinde geçerli olan ‘öncelik ilkesi’ nedeniyle zaman yönünden en önce yapılan devir geçerli olur.19
Alacağın temlikine borçlu katılmaz; bu nedenle devre borçlunun rızası gerekmediği gibi, böyle bir devirden haberdar olması da gerekmez. Alacağın temliki, devredenle devralan arasında yapılan iki taraflı hukuki bir işlem, bir sözleşmedir. Alacak hakkı devredenin tek taraflı bir hukuki işlemiyle değil, üçüncü kişi devralan ile yapmış olduğu bir sözleşme ile bu kişiye geçmiş olur. Asıl hak olan alacak hakkı ile buna bağlı yan hakları kapsar. Yan haklar özellikle işlemiş faizleri ve teminat

18. TAŞ KORKMAZ Hülya, “Davacı Tarafta İradî Taraf Değişikliği Yapılması ve Bu Konuya Yargıtay’ın Bakış Açısının Değerlendirilmesi”, Fasikül Hukuk Dergisi, S:100, 2018
19. Kaşaroğlu Hukuk Bürosu, http://www.kasaroglu.av.tr/tr/28606/Alacagin-Iradi-Temliki-Devri-Nedir

haklarını içerir. Devredenin kişiliğine bağlı yan haklar devralana geçmez. Ancak kefalet ve rehin gibi teminat hakları, kanuni ipotek hakkı, hapis hakkı, mülkiyeti saklı tutma hakları devralana geçmektedir. Dava açma hakkı ile icra takibinde bulunma hakkının da yan haklar arasında sayılması mümkündür. Devralana seçimlik bir hakkın devredilmesi halinde, seçim yapma hakkının da devralana geçtiği söylenebilir. Bunun yanında Kanunun 188. maddesindeki düzenlemeye göre borçlu devri öğrendiği sırada temlik edene karşı sahip olduğu itiraz ve defileri, devralana karşı da ileri sürebilir. Devralana karşı olan savunmalar defi ve itiraz haklarını kapsar. Ödemezlik defi ile zamanaşımı defi bunlara örnektir. Ayrıca, borçluya, devredenden olan alacağıyla devralana karşı olan borcunu takas edebilme imkânı verilmiştir. Buna göre, borçlu, devri öğrendiği anda devredenden olan muaccel olmayan alacağını, devredilen alacaktan önce veya onunla aynı anda muaccel olması koşuluyla borcu ile takas edebilir (BK m.188/II). Bunun yanında devreden, elinde bulunan ve alacağın devrini ispatlayan belgeleri ve alacağın ileri sürülebilmesi ve talep edilebilmesi için gerekli olan tüm bilgileri devralana vermek zorundadır (BK m. 190).

Alacağın devri bakımından genel kabul gören görüş sebebe bağlı olduğudur. Diğer bir deyişle, devir alan ile devir veren arasındaki borçlandırıcı işlem geçersiz ise, alacağın devrinin de geçerli olmaması kabul edilen görüştür. Alacağın temliki kazandırıcı bir işlemdir. Her kazandırma gibi, alacağın devri de hukuki bir sebebe, borçlandırıcı bir işleme dayanmalıdır. Hukuki sebep bir sözleşme, vasiyetname ya da kanundan doğan bir borç olabilir. Devir genelde böyle bir borcu ifa etmek, yerine getirmek için yapılır. Borçlu, herhangi bir borcunu ifa etmek için de alacaklıya başka bir kişiden olan bir alacağını devredebilir. Bunun dışında alacağın bağışlama amacıyla yapılması da mümkündür. Alacak inançlı devir yoluyla da devredilebilir. İnançlı devirlere; teminat amacıyla devir, tahsil amacıyla devir işlemleri örnek gösterilebilir20. Bunun yanında alacağın temliki alacağın tamamı veya bir kısmı için (kısmi temlik) yapılabilir. Kısmi temlik ancak alacağın bölünebilir olduğu durumlarda söz konusudur.

Kanunun 183’üncü maddesinin 1. fıkrasına göre sözleşmeden veya işin niteliğinden kaynaklanan durumlarda alacak devredilemez. Taraflar yapmış oldukları bir sözleşmede alacak hakkının devrini tamamen yasaklayabilecekleri gibi kısmen veya şarta bağlı olarak da yasaklayabilirler. Alacaklının kişiliği ile çok yakın ilgisi olan alacakların devri ise hukuki ilişkinin niteliği gereği mümkün değildir. Devri caiz olmayan bir alacak hakkında yapılan devir işlemi ilke olarak geçersizdir. Böyle bir devir sadece borçlu karşısında değil, devredenle devralan arasında da hüküm ve sonuç doğurmaz.

❖ Sözleşmeye Dayanan Devrin Koşulları:

1. Mevcut veya İleride Doğacak Bir Alacağın Varlığı
2. Alacağın Devrine Bir Engel Bulunmaması

• Kanun hükmü gereği alacağın devrine imkan bulunmayan haller:

-Hasılat kirasında kiracı, kiralanan malı üçüncü bir şahsa temlik edemez.
– Kullanım ödüncü alan aldığı şeyi başkasına kullandıramaz. Yani kullanım sözleşmesine göre şeyi alana ait olan alacak hakkı başkasına devredilemez.

20. Kaşaroğlu Hukuk Bürosu, http://www.kasaroglu.av.tr/tr/28606/Alacagin-Iradi-Temliki-Devri-Nedir

-İş sahibi hizmet alacağını başkasına devredemez.
-Ölünceye kadar bakma alacaklısı hakkını başkasına devredemez.
-Manevi tazminat alacağı
Kanundan doğan bu devir engellerinin aksi her zaman kararlaştırılabilir.

  • • İşin mahiyeti gereği devredilemeyen alacaklar

Nafaka alacağı, vekalet sözleşmesinde müvekkilin vekilden işin görülmesini isteme hakkı gibi alacaklardır.3. Alacağın devrinin geçerliliği yazılı şekilde yapılmış olmasına bağlıdır.

Kanunun 184’üncü maddesine göre devir sözleşmesi yazılı şekilde yapılmalıdır. Bu bir geçerlilik şartıdır. Şekil, adi yazılı şekildir. Burada aslında önemli olan devredenin beyan, iradesi ve imzasıdır. Diğer bir deyişle, alacağı devralanın irade beyanının yazılı şekilde olması zorunlu değildir. Ancak uygulamada, alacağın devri sözleşmesinin iki taraflı olarak imzalandığı görülür. Hatta genellikle bankaların alacağı devralan olduğu işlemlerde bankalar, ispat açısından sağlamlaştırdığından ve alacağın devredildiği tarihi tespit etmek açısından bahisle alacağın temliki sözleşmesinin noter huzurunda yapılmasını tercih ve talep etmektedirler. Böylelikle ayrıca, noter kanalıyla borçluya bildirim yapılır. Alacağın devri sözleşmesinde, alacağın devrine ilişkin hüküm ve şartlar bulunur; sözleşmede özellikle devredilen alacağın yeterli bir şekilde yer alması gerekir.21

4. Devredenin tasarruf yetkisi olmalıdır.

Alacağın devri ivazlı veya ivazsız olabilir. Alacağın bir edim karşılığı temliki halinde Kanunun 191/1 maddesi devredene bir garanti borcu yükler. Buna göre devir sırasında alacağın varlığını ve borçlunun borcu ödeme gücüne sahip olduğunu garanti eder. Ancak ivazsız bir temlik söz konusuysa Kanunun 191/2 maddesine göre devreden bunların hiçbirinden sorumlu değildir. Karşılıksız devirlerde ise alacağı devreden, kural olarak alacağın varlığından dahi sorumlu değildir. Kanunun 193. maddesi devredenin garanti borcunun kapsamını düzenlemiştir. Buna göre bir edim karşılığında yapılan devirde devralan devredenden ifa etmiş olduğu karşı edimi faizi ile birlikte geri almayı isteyebilir. Ayrıca söz konusu madde kapsamında devrin sebep olduğu giderleri, borçluya karşı devraldığı alacağı elde etmek için yaptığı ve sonuçsuz girişimlerin yol açtığı giderleri ve devreden kusursuzluğunu ispat etmedikçe uğradığı diğer zararları da talep edebilir.22
Kanun alacağın temliki hususunda borçlunun rızasına gerek duymamıştır. Ancak, alacağı devreden ile devralan arasında yapılan bu sözleşmeden bilgisi olmayan (kendisine bildirim yapılmamış) borçlu, alacağı devretmiş bulunan kişiye iyi niyetli olarak yapmış olduğu ödeme ile borcundan kurtulur (BK m. 186). Bankacılık uygulamasında genellikle, alacağın devri sözleşmesi imzalandığının ilgili borçluya devreden tarafından bildirilmesi istenir. Buna ilişkin taahhüt genellikle

21. Erdem&Erdem, http://www.erdem-erdem.av.tr/yayinlar/hukuk-postasi/teminat-olarak-alacagin-devri/

22. Kaşaroğlu Hukuk Bürosu, http://www.kasaroglu.av.tr/tr/28606/Alacagin-Iradi-Temliki-Devri-Nedir
alacağın devri sözleşmesine konur ve alacağın devri sözleşmesinin tam ve usulüne uygun olarak yapılmış olduğu bu bildirimin yapılması kaydıyla varsayılır. Hatta uygulamada (genellikle bankaların alacağı devralan olduğu durumlarda) alacak devri sözleşmesinin borçluya bildirildiğine ilişkin borçludan teyit verilmesi talep edilir. Teyit veren borçlular olabildiği gibi, bu teyidi almak zor ve sıkıntılı bir süreç olabilir. Bildirim üzerine borçlunun ödeme yükümlülüğü artık yeni alacaklıya karşıdır. Borçlunun bunu bildiğine ve teyit ettiğine ilişkin yazı uygulamada genellikle alacağı devralan tarafından talep edilir.23

➢ Dava Konusunun Devri:

Dava açılmasından sonra (dava devam ederken), taraflardan birinin dava konusunu(m.119/1-d; yani dava konusu olan mal veya hakkı) bir başkasına (üçüncü kişiye) devretmesi, m.125’te düzenlenmiştir. Dava konusu(müddeabih), dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenen sonuçtur; mesela, bir alacağın ödenmesi, taşınır veya taşınmaz bir malın teslimi gibi. Dava konusu yapılmış olan mal veya hakkın başkasına devredilmesi ile o mal veya hakka bağlı olan dava hakkı da birlikte devredilmiş sayılır. Çünkü dava hakkı, asıl haktan ayrı bir hak değildir ve bu nedenle yalnız başına başkasına devredilemez. Temlik edenin sıfatına göre bu durumda, davada tarafta yahut dava konusunda bir değişiklik meydana gelmektedir.
Dava sırasında dava konusunu başkasına devreden tarafın, artık dava konusu üzerinde bir tasarruf yetkisi kalmaz. Başka bir deyimle, dava konusunu devreden tarafın, artık o davada taraf sıfatı kalmaz. Bu nedenle, dava konusunu başkasına devretmiş olan tarafın, o davaya taraf sıfatıyla devam etmesine veya kendisine karşı o davaya devam edilmesine imkân yoktur. Bu halde davaya kim tarafından veya kime karşı devam edileceği, m.125’te düzenlenmiştir24.

Dava konusunun dava sırasında başkasına devri, taraflardan birinin iradesine dayanır; mesela, dava konusunu alacağın devri, dava konusu malın satılması(ve devredilmesi), bağışlanması gibi. Davanın açılmasından sonra taraflardan biri, dava konusu olan malı veya hakkı, üçüncü bir kişiye devredebilir. Zira bir davanın açılması ile tarafların dava konusu üzerindeki tasarruf serbestisi kural olarak kısıtlanamaz. Ancak böyle bir durumda, devreden tarafın dava konusu mal veya hak üzerindeki sıfatı üçüncü kişiye geçeceği için, davanın sıfat yokluğundan esastan reddedilmesi sonucunu doğurur ve davaya artık bu hâliyle devam edilemez. Ayrıca, devre rağmen davaya bu şekilde devam edilmesi ve hüküm verilmesi hâlinde, iktisap edenin bu hükümle bağlı olması da düşünülemez. Çünkü hükmün bu şekilde karara bağlanabilmesi için devredenin ne sıfatı ne de dava takip yetkisi vardır. Ayrıca, dava konusunun devri kurumu kanunlarda hiç var olmasaydı, genel ilkelere göre, davacının hukuki halefinin yeniden dava açma, davalının hukuki halefinin ise kendisine karşı davacının her yeni talebini inkâr etme hakkı olurdu. Karşı taraf için, böyle bir durumda ilk açılmış olan dava sona ererdi; bununla birlikte bu davada yapılmış olan örneğin ikrar, delillerin toplanması gibi usuli işlemler de yeniden açılacak ikinci bir davada dikkate alınamazdı. Örneğin, bir yargılamanın etkisi ilke olarak görülmekte olan davayla sınırlı olduğundan, iktisap edenin açmış olduğu bir davayla karşı karşıya kalan davalı, ilk

23. Erdem&Erdem, http://www.erdem-erdem.av.tr/yayinlar/hukuk-postasi/teminat-olarak-alacagin-devri/
24. KURU Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları

davada deliller toplanmış olsa bile mal üzerindeki mülkiyetin kime ait olacağı sorusuna ilişkin herhangi bir şey ileri süremezdi. Hukuki halefiyet ile o ana kadarki dava takip yetkisinin semereleri, devredenin karşı tarafının elinden alınabilirdi. Görüldüğü üzere, bu durum, hem taraflar için hem de mahkeme için haksız sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Bu sebeple, mutlak surette genel ilkelerden farklı bir çözüm yolunun bulunması gerekir. Diğer bir ifadeyle, genel ilkelerden farklı olarak, açılmış ve görülmekte olan bir davada dava konusu malın veya hakkın devrinin, mevcut dava üzerinde ne şekilde etkileri olacağı ve yine bu paralelde söz konusu devir hususunda, davaya taraf olanların bu şekilde hareketlerinin sınırlandırılmış olup olmadığı hususu ile bunun beraberindeki birçok sorunun belli bir şekil içerisinde kanunla çözümlenmesi gerekliliği ihtiyacı doğmuştur.

Taraflardan birinin, dava devam ederken dava konusunu başkasına devretmesi halinde, devredenin artık dava konusu üzerinde tasarruf yetkisi kalmaz; dolayısıyla devreden taraf o davada taraf sıfatını kaybeder. Bu sebeple, dava konusunu devreden tarafın davaya devam etmesi veya kendisine karşı davaya eski hali ile devam edilmesi mümkün değildir. Dava hakkı, asıl hakka bağlı bir haktır. Dava konusunun başkasına devredilmesi ile doğal olarak davada da bir takım değişikler meydana gelecektir. Davanın açılması ile birlikte iddianın değiştirilip genişletilmesi yasağı da başlar. Buna göre, davacı, davasının dayanağı olan vakıalarını veya talep sonucunu dava açıldıktan sonra değiştirip genişletemez. Aynı şekilde davalı da, cevap dilekçesinin davacıya tebliğinden itibaren savunmasını değiştirip genişletemez. Ancak, dava konusunun devredilmesi halinde, davada da birtakım değişiklikler meydana geleceğinden, iddia ve savunmanın değiştirilmesi yasağı burada uygulama alanı bulamayacaktır. Yani, dava konusunun devredilmesi, iddia ve savunmanın değiştirilmesi yasağına bir istisna teşkil etmektedir.

Dava konusunun devri kurumu, Alman Hukuku’nda ve İsviçre Hukuku’nda bizdekinden daha farklı düzenlenmiştir. Alman Usul Kanunu’na göre dava sırasında dava konusunun devredilmesinin görülmekte olan davayı etkilemesine izin verilmemiştir. Bunun anlamı, devre rağmen tarafların hukuki durumunda bir değişiklik olmamasıdır. Devreden taraf, sıfatını kaybetmesine karşın, kanunun tanıdığı dava takip yetkisine dayanarak kendi adına davayı yürütebilmektedir. Devralan kişi, bu davada taraf olmamakla birlikte, dava sonunda verilecek hükmün kesin hüküm etkisine tabi olmaktadır. Devralan kişinin, asıl taraf yerine davaya girebilmesi, karşı tarafın rızasına bağlıdır (§ 265/II). İsviçre Usul Kanunu’nda Art. 83’te, dava konusu dava sırasında devredilirse, devralan devredenin yerine geçerek davaya katılabilir (Art. 83/I). Eğer, devralan devredenin yerine davaya katılırsa, karşı tarafın rızası aranmaksızın taraf değişikliği gerçekleşmiş olur. Dava konusunun devri olmaksızın gerçekleşen taraf değişikliği ise sadece karşı tarafın rızası ile mümkündür (Art. 83/son). Ayrıca, belirtmek gerekir ki, bazen davalının dava konusunun devri halinde, taraf değişikliği gerçekleşmeyebilir; dava konusu değişikliği ile davacının dava konusunu tazminat davasına dönüştürülmesi mümkündür25.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.125 hükmü, dava açılmasından hüküm verilinceye kadarki dönem içinde dava konusunun devredildiği hallerde uygulanır. Türk Hukukunda, dava konusunun devrinin düzenlendiği Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.125 hükmünün sadece maddi malları kapsamına aldığı ve hakları içine almadığı şeklinde bir kanı uyandırdığı; ancak davanın devamı sırasında hakların devrinin (bir ipotek hakkı gibi) de Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.125 hükmünün kapsamına dâhil olması gerektiği ifade edilmiştir.26

25. ARAS Aslı, “İtirazın İptali Davasında Dava Konusunun Devri”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, S:121-122 (2014), s:151-167
26. ARAS Aslı, “İtirazın İptali Davasında Dava Konusunun Devri”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, S:121-122 (2014), s:151-167

1. Dava Konusunun Davalı Tarafından Üçüncü Kişiye Devredilmesi:

Bir dava devam ederken, davalının dava konusu borcu borcun nakli yoluyla üçüncü bir kişiye devretmesi mümkündür. Dava konusu borcun üçüncü kişiye devredilmesi alacaklının muvafakatine bağlıdır. Alacaklı ile borcu yüklenen üçüncü kişi arasında, borçlunun borcundan kurtulacağı ve onun yerine borcu yüklenen üçüncü kişinin borçlu olarak geçeceğine ilişkin yapılan anlaşmayla, borçlu taraf değişmiş olur (BK m.196). Bu sözleşme, kanunda özel bir şekil şartına bağlanmamıştır. Dolayısıyla taraflar, sözleşmeyi diledikleri şekilde yapabilirler. Dava konusu borç devredildiğinde, borç ilişkisi varlığını sürdürdüğü halde, borç, eski borçludan yeni borçluya geçmiş olur. Yani, davada davalı taraf değişmekte ancak borç ilişkisi varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Bu sebeple, borç ilişkisinden doğan defiler, borcu devralan yeni borçluya geçer. Ancak, aksi kararlaştırılmış olmadıkça, borcu devralan eski borçluya ait kişisel defileri alacaklıya karşı ileri süremez (BK m.199/I-II). Bunun yanında, fer’i haklar, kural olarak borçlunun değişmesinden etkilenmez; eski borçlunun şahsına bağlı olmayan ve ona karşı doğmuş olan her türlü fer’i hak, borcu devralana karşı da ileri sürülebilir. Bu konuda Borçlar Kanunu m.198/II’de bir istisna öngörülmüştür. Buna göre, kefiller ile üçüncü kişilerin borca teminat olarak kurmuş oldukları rehin dolayısıyla sorumlulukları, ancak borcun devralınmasına muvafakat etmeleri halinde devam eder27.

Dava konusunun davalı tarafından bir üçüncü kişiye devredilmesi durumunda, davacı, Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.125’da belirtilen iki seçimlik hakkından birini kullanabilecektir:

❖ Devreden kişiyle olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan (üçüncü) kişiye karşı davaya devam etmek(m.125/1-a): Bu olasılıkta dava konusu değişmemekte, değişen yalnızca davalı taraf olmaktadır. Yasa koyucu bu düzenleme tarzıyla, devir nedeniyle hak sahipliği sona eren davalının davayı taraf olarak yürütmek şeklindeki pozisyonunu geçersiz bir konum olarak kabul etmemiştir. Davacının dava konusunu devralmış olan üçüncü kişiye karşı yeni bir dava açmasına gerek yoktur. Davacının bu isteğini bildirmesi üzerine, mahkeme(davacı ile üçüncü kişi arasında) davaya kaldığı yerden devam eder. Eski davalı artık davada taraf değildir, (onun yerini yeni davalı almıştır); çünkü eski davalının davada taraf sıfatı kalmamıştır. Eski davalı tarafından veya ona karşı yapılmış olan usul işlemleri geçerli olup, yeni davalı bu usul işlemlerinin tekrarlanmasını isteyemez. Yeni davalı, eski davalının yapmayı ihmal ettiği usul işlemlerini yapamaz; mesela, yetki itirazında bulunamaz. Eski davalı için başlamış olan savunmayı değiştirme ve genişletme yasağı yeni davalı için de devam eder. Fakat yeni davalı kişisel savunma sebeplerini(mesela dava konusu malı iyiniyetle kazandığını) ileri sürebilir. Davacının bu şıkkı tercih edip davayı kazanması hâlinde, Yasa, devreden davalı ile devralan üçüncü kişinin (yeni davalının) yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olacaklarını öngörmektedir. Bu bakımdan, davalının dava konusunu devretmesi ve davaya yeni davalıya karşı devam edilmesi halinde, eski davalının yeni davalının davayı kazanmasında hukuki yararı bulunduğu ve duruşmada hazır bulunup fer’i müdahil gibi davalıya yardım edebilmesine imkan tanınması gerektiği belirtilmektedir28.

❖ Devreden davalıya karşı mevcut davayı tazminat davasına dönüştürmek(m.125/1-b): Bu olasılıkta davalı tarafta bir değişiklik olmamaktadır, değişen dava konusudur ki bu durum dava değiştirme yasağının bir istisnasıdır. Böyle olduğu içindir ki, mevcut davanın tazminata

27. ARAS Aslı, “İtirazın İptali Davasında Dava Konusunun Devri”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, S:121-122 (2014), s:151-167
28. KURU Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları
dönüştürülmesi davalının muvafakatine bağlı tutulmamıştır. Bundan başka, tazminat davasının, önceki dava konusundan (ayın davasından) daha fazla bir değere (miktara) sahip olması da, davacının sözü edilen seçimlik hakkını kullanmasına engel değildir. Bu tazminat davası, ayrı bir dava olmayıp, eski davanın değiştirilmiş şekilde bir devamı niteliğindedir. Tazminat davası, eski davanın devamı niteliğinde olduğundan, eski davanın açılması ile devam eden sonuçlar devam eder; mesela dava konusu hakkın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı, ilk davanın açıldığı tarihe göre belirlenir. Özellikle dava konusunu devralmış olan üçüncü kişinin iyi niyetli olması ve bu nedenle davaya üçüncü kişiye karşı devam edilmesi halinde davanın reddedileceğinin tahmin edilmesi halinde (misaller: MK m. 986, 988, 1023…) davacı, davasını (davalıya karşı) tazminat davasına dönüştürme yolunu seçer.29

Dava konusunun davalı tarafından üçüncü kişiye devredilmesi hâlinde davacının iki seçimlik haktan birini kullanması, onun isteğine bağlı bir durum değil, zorunlu bir tercihtir; davacı bu tercihi yapmaktan kaçınamaz. Dava görülmekte iken davalının dava konusunu üçüncü bir kişiye devrettiğini öğrenen mahkemenin, bunu kendiliğinden(resen) gözeterek, davacıya bu iki yoldan hangisini seçtiğini sorması ve bu cevaba göre işlem yapması gerekir. Davacı bu iki yoldan birini seçmezse, mahkeme m.125’teki bu iki yoldan hangisini seçtiğini davacıya sormadan ve ona seçimini yaptırmadan, sanki devir yokmuş gibi eski taraflar arasında davaya(eski hale ile) devam ederek hüküm veremez. Bu halde mahkeme, sanki devir yokmuş gibi eski taraflar arasında davaya(eski hali ile) devam ederek hüküm verir ve bu hüküm kesinleşirse, böyle bir hüküm, dava konusunu dava sırasında devralmış olan üçüncü kişi bakımından kesin hüküm teşkil etmez. Dolayısıyla böyle bir durumda hâkim, tercih hakkını hangi yönde kullandığı hususunu davacıdan mutlaka sormalıdır. Şayet davacı hâkimin bu sorusuna yanıt vermekten, yani tercihini kullanmaktan kaçınırsa yapılacak şey, 6100 sayılı HMK’nin 150. maddesinin 1. fıkrası hükmü uyarınca dosyanın işlemden kaldırılmasına şeklinde karar vermekten ibarettir30.

2. Dava Konusunun Davacı Tarafından Üçüncü Kişiye Devredilmesi:

6100 sayılı HMK’nin mülga 1086 Sayılı HUMK’tan ayrıldığı yer dava konusunun davacı tarafından üçüncü kişiye devredilmesi konusudur. HMK’nin konuyu düzenleyen m. 125/2, hüküm fıkrası şöyledir: “Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder.”

Davacının dava konusu hakkı devretmesi, değindiğimiz tasarruf ilkesinin bir sonucu olup, bu işlem için karşı tarafın (davalının) muvafakatı aranmaz. Öte yandan, dava konusu hakkı devreden davacının taraf (davacı) sıfatı sona ermektedir. Yasa, dava konusu hakkın, davalı tarafından üçüncü kişiye devredilmesinde alacaklıya tanımış olduğu, yukarıda açıkladığımız seçimlik hakkı davalıya tanımamıştır. Yani davacı dava konusu hakkı üçüncü kişiye devrettiğinde, davalının devreden davacıya karşı davayı tazminata dönüştürerek davaya devam etmesi ya da devralan üçüncü kişiye karşı ayın davası olarak davayı sürdürmesi söz konusu değildir. Eski kanun (HUMK m.186), dava konusunun devri bakımından davacı ve davalı arasında bir ayrım yapmadığı için, doktrinde bu hükümdeki seçimlik hakkın, davacının dava konusu alacağını üçüncü bir kişiye devrettiği halde de uygulama alanı bulacağı belirtilmekteydi. Buna göre, davalı dilerse dava konusunu devralmış üçüncü kişiye karşı davayı devam ettirebilir; dilerse davayı dava konusunu devretmiş olan davacıya karşı

29. KURU Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları
30. KURU Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları

tazminat davasına çevirebilirdi. Davalının isteyebileceği tazminatın, dava sebebiyle yaptığı yargılama giderleri ile vekalet ücreti olduğu belirtilmekteydi. İlk durumda yani davanın üçüncü kişiye karşı devam ettirilmesinde, taraf değişmekte dava konusu aynı kalmaktadır. İkinci durumda ise, talep sonucu değişmekte, dava tazminat davasına dönüşmektedir. Yargıtay ise, eski kanundaki bu düzenlemeyi (HUMK m.186) sadece davalının dava konusunu devretmesi halinde uygulamakta; davacının dava konusunu devretmesi halinde ise, eski kararlarından farklı olarak, alacağı devralan üçüncü kişinin devreden davacının yerine geçeceği ve onun hak ve yetkilerini kullanarak davaya devam edeceğini belirtmekteydi. Yargıtay’ın bu uygulaması cüzi halefiyet ilkesine daha uygun düşmekteydi. Zira yeni davacının, davaya davalıya karşı devam etmesi halinde, davalının hukuki durumunda bir değişiklik olmaz; davaya kaldığı yerden davalıya karşı devam edilir. Alacağı devralan, alacakla bağlantılı olan davayı takip yetkisini elde etmiştir, dolayısıyla alacağı elde etmek için davaya kaldığı yerden devam etmek isteme hakkına ve yetkisine sahiptir. Davaya devam edip etmeme yetkisini borçluya vermek menfaat dengesine aykırı düşmektedir. Zira borçlu üçüncü kişiye karşı davaya devam etmek istemezse, üçüncü kişi alacağını elde etmek için borçluya karşı yeniden dava açmak zorunda kalacaktır. Görüldüğü üzere, bu durum usul ekonomisine de aykırı düşmektedir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun kabul edilmesiyle birlikte, ortada böyle bir sorun kalmamış ve davacı dava konusunu devrettiğinde devralanın davaya devam edeceği yasal düzenlemeye kavuşmuştur. Borçluya karşı devam edilecek bu davada, borçlu devredene karşı haiz olduğu defi ve itirazları devralana karşı da ileri sürebilme imkânına sahiptir. Ancak, bu dava eski davanın devamı niteliğinde olduğu için, davalı savunmalarını savunmayı genişletme yasağına uygun olarak gerçekleştirmelidir. Davalı, yeni davacının rızası olmaksızın veya ıslah yoluna başvurulmaksızın savunmasını genişletemez; örneğin, daha önce yapmadığı zamanaşımı defini yeni davacıya karşı ileri süremez. Örneğin önceki malik (eski davacı) daha önce davasını ıslah etmiş veyahut tanık listesi vermiş ise, yeni malikin (yeni davacının) ikinci bir ıslah işlemi yapması veyahut ikinci bir tanık listesi vermesi mümkün değildir. Yine, borçlu devralana karşı sahip olduğu şahsi defi ve itirazlarını da ileri sürebilir(örneğin takas def’ini). Dolayısıyla, borçlunun bu çözüm tarzında hukuki durumu değişmemekte ve zayıflamamaktadır. Yeni davacı da, davaya kaldığı yerden devam eder, daha önce yapılmış olan işlemlerin tekrarlanmasını isteyemez ve devredenin sahip bulunmadığı yetkileri kullanamaz. Örneğin, eski davacı davasını bir kere ıslah etmişse, yeni davacının artık ıslah hakkı yoktur (HMK m.176/II). Yine, yeni davacı da, davalının rızası olmaksızın davayı değiştiremez ve genişletemez. Yeni davacı daha önce yapılmış olan işlemlerin tekrarlanmasını isteyemez ve devreden davacının sahip bulunmadığı yetkileri kullanamaz. Yeni davacı bu davayı kaybederse, dava konusunu devretmiş olan eski davacı ile birlikte yargılama giderlerini davalıya müteselsilen ödemeye mahkûm edilmelidir. (m.125/1-a,c.2 kıyasen) Bunun dışında eski davacı, davada başka bir usul işlemi yapamaz.31

Dava sırasında davacının dava konusunu üçüncü bir kişiye devretmiş olmasına rağmen dava konusunu davacıdan devralmış olan kişi davaya kaldığı yerden devam etmezse, mahkemenin, davacının dava konusunu devretmiş olduğunu öğrenmesi üzerine, dava konusunu davacıdan devralmış olan kişiyi, meşruhatlı davetiye ile duruşmaya davet etmesi gerekir. Mahkeme, bu kişiye meşruhatlı davetiye göndermeden, sanki devir yokmuş gibi eski davacı ile davalı arasında davaya devam ederek hüküm veremez32.

31. ARAS Aslı, “İtirazın İptali Davasında Dava Konusunun Devri”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, S:121-122 (2014), s:151-167
32. KURU Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları

Dava konusunun devri ile davacının taraf sıfatı sona ermekte, bu sıfat (davacı sıfatı) yeni malike geçmektedir. Dolayısıyla davaya bulunduğu yerden devam etmek yetkisi sadece yeni malike (devralana) aittir. Bu konuda, ne devreden davacının (eski malikin) ne de davalının herhangi bir tasarruf yetkisi mevcuttur. Burada akla gelen soru şu: Yeni malik davaya devam etmek istemezse nasıl bir usul izlemek gerekir? Bu durumda şu olasılıklara göre işlem yapmak gerekir: Devreden malik yani eski davacı davaya devam etmek isterse, taraf sıfatı (uygulamadaki deyimle, aktif dava ehliyeti) kalmadığından davanın bu nedenle reddine karar vermek gerekir: “Davacıların dava konusu taşınmazdaki paylarını yargılama sırasında ve hüküm tarihinden önce dava dışı kişiye sattıkları getirtilen kayıt örneğinden anlaşılmaktadır. O halde, mahkemece HUMK’un 186. maddesi uyarınca işlem yapılması, yeni malikin davayı izlemediği takdirde, davacıların aktif dava ehliyeti kalmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken değinilen usuli işlem tamamlanmadan yazılı şekilde davanın kabulü doğru değildir.” Devralan kişinin duruşmaya gelmemesi hâlinde yapılacak işlem ise, HMK m. 150/1 hükmü uyarınca dosyanın işlemden kaldırılması şeklinde olmalıdır.

HMK m.125 hükmü, dava açılmasından bu dava hakkında verilen hükmün kesinleşmesine kadarki dönem içinde dava konusunun üçüncü bir kişiye devredilmiş olması halinde uygulanır. Buna karşılık, bir dava hakkında verilen hüküm(şekli anlamda) kesinleştikten sonra, o dava konusu mal veya hakkın başkasına devredilmiş olması halinde m.125 hükmü uygulanmaz. Bu halde davada verilmiş ve kesinleşmiş olan hüküm, hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusunu devralmış olan üçüncü kişi(cüzi halef) hakkında da, kesin hüküm teşkil eder. (HMK m.303/4)

Yargıtay 15. Hukuk Dairesi’nin 2015/5589 E. ve 2016/3663 K. sayılı kararında alacağın temliki ile dava konusunun devri hususları arasındaki ilişki açıklanmıştır:

“… Alacağın devri (temliki) 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 183 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup 183. maddenin birinci fıkrasında kanun, sözleşme veya işin niteliği engel olmadıkça alacaklının borçlunun rızasını aramaksızın alacağını üçüncü bir kişiye devredebileceği kabul edilmiş, devam eden maddelerde devir sözleşmesinin geçerlilik şekli, yasal veya yargısal devir ve etkisi ile devrin hükümleri düzenlenmiştir. Bu düzenlemelere göre kural olarak sözleşmede temlik yasağı bulunması ya da borçlunun rızasına bağlanmış olup borçlunun rızasının bulunmaması halinde alacağın temliki borçluya karşı ileri sürülemez… Dava konusunun devri ise alacağın temlikinden farklı olup, alacağın temlikinde davadan önce ve aşamalı ödeme kararlaştırılan hallerde sözleşmenin ifası aşamasında dahi yapılması mümkün olmakla birlikte, dava konusunun devri adından da anlaşılacağı gibi ancak davanın açılmasından sonra yapılabilir. Dava konusunun devri dava tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK’nın 125. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddenin 1. bent a ve b fıkralarında davanın açılmasından sonra davalı tarafın dava konusunu üçüncü bir kişiye devretmesi halinde davacının seçimlik hakları gösterilmiştir. Somut uyuşmazlıkta bu husus konumuzun dışındadır. Dava konusunun davacı tarafından devri 125. maddelerin 2. bendinde düzenlenmiş ve madde metninde aynen “davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devir edilecek olursa, devralmış olan kişi görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden devam eder” denilmiştir…. Dava konusunun davacı tarafından üçüncü bir kişiye devredilmesi halini düzenleyen HMK’nın 125/2. maddesi hükmü, devralan üçüncü kişinin hukuk gereği davacı sıfat ve buna bağlı olarak dava takip yetkisi kazanacağı ve davanın yeni davacı ile süreceği gerekçesiyle devralan kişinin kendiliğinden davacı yerine geçerek davaya kaldığı yerden devam olunacağı esasını getirmiştir. Bu hükme göre dava, davayı devralan üçüncü kişi ile davalı arasında devam edecektir. Bunun için davalının bu konuda karar vermesi veya devralan üçüncü kişinin davacı yerine geçmesi için onayı aranmaz.

(Medeni Usul Hukuku, Yetkin Hukuk Yayınları 1. baskı Prof. Dr. Ramazan Arslan, Prof. Dr. Ejder Yılmaz, Prof. Dr. Sema Taşpınar Ayvaz sayfa 511 ve devamı). Dava konusu şey dava açıldıktan sonra davacı tarafından başka bir kişiye devredilirse, bu durumda devralmış olan kişi davacı yerine geçerek görülmekte olan davaya kaldığı yerden devam eder. Ancak bu halde davalı yeni davacıya karşı, kişisel savunma sebeplerini ileri sürebilir (Medeni Usul Hukuku Yetkin Yayınları 12. baskı Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez, Prof. Dr. Oğuz Atalay, Prof. Dr. Muhammed Özeken sayfa 412. ve devamı). … Somut olayda dava … tarihinde harcı ödenerek yüklenici … Tarafından açıldıktan sonra … tarihinde düzenlenen temlikname ile davanın ilk olarak açıldığı Asliye Ticaret Mahkemesi’nin … Esas sayılı dosyasında davaya konusu yapılan alacaklar dava ve talep hakları ile birlikte 3. kişi …’e devredilmiştir. Temlikname adi yazılı düzenlenmekle birlikte davacı şirketin tasfiye memuru temlikname içeriğini … tarihli duruşmada imzalı beyanı ile kabul ettiğinden devir hukuken gerçekleşmiştir. Söz konusu belgenin başlığında temlikname yazılmış olmakla birlikte dava açıldıktan sonra yapıldığı ve içeriğinde davaya konu edilen hak ve alacakları talep ve dava haklarının da devredilmiş olduğu belirtildiğinden, dava konusunun devri belgesi niteliğindedir. Davacı yüklenici şirket tarafından dava açıldıktan sonra dava konusu (müdahil) …’e devredilmiş olduğundan … davacı yüklenici şirket yerine geçmiştir…. Bu durumda mahkemece dava açıldıktan sonra dava konusu hak ve alacakların tamamı …’e devredildiğinden, … HMK’nın 125/2. maddesi gereği dava açan yüklenici şirket yerine geçtiği, aktif dava ehliyeti bulunulduğu ve davaya kaldığı yerden devam edilmesi gerektiğinden işin esasına girilip taraf vekilleri toplandıktan sonra sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ile davanın usulden reddi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur…. Alacağın devri Borçlar Hukukunda düzenlenmiş olup, maddi hukukla ilgili bir tasarruf işlemidir. Geçerliliği ve sonuçlarının da düzenlendiği kanundaki hükümlere göre değerlendirilmesi gerekir. TBK’de ayrıca özel bir düzenleme olmadığı için 183. ve devamı maddelerdeki geçerlilik koşulları her aşamada geçerli ve ileri sürülebilir olup, alacağın devrinin alacakla ilgili dava açıldıktan sonra olması 183. maddedeki koşulların aranmasından vazgeçilmesini gerektirmez. Alacağın devri maddi hukuka ilişkin ise de bu devirin dava açıldıktan sonra olması halinde; davacı veya davalı sıfatlarının kimde olacağı, usule ilişkin hakların kim tarafından nasıl kullanılacağı ise usul hukukuna ilişkindir. Bu nedenle usul kurallarında dava konusunun alacaklı veya borçlu tarafından devri halinde yapılacak işlemlerin neler olduğuna dair düzenlemeler yer alır. Bu konuda HMK’de yer alan hüküm 125. madde olup, davacının dava konusunu devri ikinci fıkrada düzenlenmiştir. Buna göre; davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder…. HMK 125. madde nedeniyle hemen davacı yerine geçmek ile TBK 183. maddedeki temlik nedeniyle alacaklı hale gelmek aynı sonuçları doğuran kurallar değildir. HMK’daki hükümler alacağın istenebilmesine ilişkin usul işlemlerini yapabilme yetkisi verir. Diğeri ise maddi hukuk anlamında alacağa sahip olma yetkisi verir. Davaya bakan hakimin davayı görüp yargılama yapmadan dava konusunun asıl sahibinin kim olduğunu saptaması mümkün değildir. Bu ancak verilecek kararın kesin hüküm haline gelmesi ile sağlanacaktır. Bu nedenledir ki dava konusunun devri halinde alacağı devralan, davacı yerine geçer delillerini ortaya koyar, davalı savunmalarına karşı delil ve beyanlarını bildirir ve sonuçta alacağın devrinin geçerli olduğunu da kanıtlayarak devraldığı alacak için lehine karar verilmesini isteyebilecektir. Bu işlemleri davacı olarak yapma yetkisi olmayan bir kimsenin alacağına kavuşabilmesi de mümkün olmadığından HMK 125. madde, maddi hukuk anlamında geçerli bir temlik olup olmadığına bakmaksızın davacı yerine geçme yetkisi vermektedir. Hemen davacı yerine geçme yetkisi verilmez ise alacağın varlığını devralanın ileri sürüp ispatlayabilmesi de mümkün olmaz. Dava konusunun devri usul hükmünün uygulanması için alacağın devrinin geçerli olması şartı yoktur. Ancak yargılamada maddi hukuk anlamında
alacağın kendisi yönünden de istenebilirliği ispatlanmak zorundadırHMK 125. maddenin amacı maddi hukukta yer alan alacağın temliki kurallarına bir sınır getirmek olmayıp, maddi hukuktan kaynaklanan alacağı talep etme ve ulaşabilmeyi kolaylaştırmaktır. Zaten usul hukukunda maddi hukuka ilişkin bir konunun bu kapsamda alacağın temlikinin düzenlenmiş olması da düşünülemez.
…”

4. İTİRAZIN İPTALİ DAVASINDA DAVA KONUSUNUN DEVRİ

Dava konusunun devrine ilişkin kanuni düzenleme bulunmakla birlikte, icra takibinin konusunun devredilmesi İcra ve İflas Kanunu’nda düzenlenmemiştir. İcra takibine konu edilmiş çekişmeli bir alacak da devredilebilir. Doktrinde, dava konusunun devrine ilişkin hükmün icra takibine konu edilmiş alacaklarda uygulanması tartışmalıdır.

İcra hukukumuzda, ilamlı icra ve ilamsız icra olmak üzere iki tür yol öngörülmüştür. Para ve teminat alacakları dışındaki alacaklar için, alacaklının alacağına kavuşması için öncelikle borçluya karşı bir dava açması ve bu davanın lehine sonuçlanması halinde elde edeceği ilam ile takip yapması gerekir. Para ve teminat alacakları için ise, alacaklı önce dava açabileceği ve sonra ilamlı icra takibi yapabileceği gibi, doğrudan ilamsız icra takibi de yapabilir. İlamsız icra takibi de üçe ayrılmaktadır: Genel haciz yoluyla takip, kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla takip ve kiralanan taşınmazların tahliyesi. İşte, itirazın iptali davası, ilamsız icra takibinin olduğu durumda karşımıza çıkmaktadır. Çünkü ilamlı icra takibinde, borçlunun itirazıyla takibin durması ve alacaklının bu itirazı hükümden düşürmeye çalışması gibi bir durum söz konusu olmamaktadır. İtirazın iptali davası, esasen, genel haciz yoluyla takipte geçerli olacaktır. Çünkü genel haciz yoluyla takip, borçlunun itiraz etmesiyle durmakta ve alacaklının bu itirazı hükümden düşürmek için ya -elinde bazı belgeler varsa- itirazın kaldırılması (İİK m.68) ya da itirazın iptali (İİK m.67) yoluna başvurması gerekmektedir. İtirazın iptali davası, genel mahkemelerde açılan ve genel hükümlere göre görülen bir dava olmakla birlikte, normal bir eda davasından farklıdır. Bir davanın itirazın iptali davası olabilmesi için borçlunun ödeme emrine itirazının alacaklıya tebliğinden itibaren bir sene içinde açılması gerekir. Bu süre, hak düşürücü bir süredir. Bunun yanında, itirazın iptali davası icra hukukuna özgü sonuçlar doğuran bir davadır. Bu davayla alacaklı, borçlunun itirazını bertaraf ederek takibe devam edilmesini sağlamakta ve dava sonunda borçlu aleyhine alacağın yüzde kırkından az olmamak üzere icra inkâr tazminatına hükmedilmektedir. Bir senelik süreden sonra açılan veya bir senelik süre içinde açılsa bile, belirttiğimiz bu özellikleri içermeyen bir dava, itirazın iptali davası olarak nitelendirilemez. İtirazın iptali davasını, itiraz üzerine duran icra takibinin devamını sağlamak için açılan ve sonuçta takibe devam edilmesine imkân veren icra hukukuna özgü bir davadır. İtirazın iptali davası, kabul edildiği takdirde, takip kesinleşecek ve alacaklı, borçlunun mallarının haczedilmesi ve satılmasıyla, alacağına kavuşmuş olacaktır. İtirazın iptali davasının konusunu, salt itirazın haklılığının tespiti olmayıp, taraflar arasındaki alacağın varlığına ve ödenmesine ilişkindir.33

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda dava konusu alacağın başkasına temlik edilmesi hali düzenlenmiştir; ancak icra takibine konu olan alacağın temlikine ilişkin İcra ve İflas Kanunu’nda bir hüküm yoktur. Ancak İcra ve İflas Kanunu’nda bu yönde bir düzenlemenin olmaması, icra takibine konu olan alacağın alacaklı tarafından temlik edilemeyeceği anlamına gelmez. Takip sırasındaki alacağın temlikine de maddi hukuktaki alacağın temlikine ilişkin hükümler uygulanmalıdır. Takip

33. ARAS Aslı, “İtirazın İptali Davasında Dava Konusunun Devri”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, S:121-122 (2014), s:151-167
devam ederken alacağın temlikinin birtakım sonuçları vardır. Takip alacaklısı, icra takibi devam ederken takip konusu alacağın tamamını bir başkasına temlik ederse devreden alacaklının alacaklı sıfatı ortadan kalkar ve takibe devam edemez. Alacağı devralan yeni alacaklı ise takibe kaldığı yerden devam edebilir. Örneğin, devirden önce borçlu takibe itiraz etmiş ise alacağı devralan alacaklı, borçlu aleyhine itirazın kaldırılması yoluna başvurabilir (İİK m. 68-68a) veya itirazın iptali davası açabilir (İİK m. 67 vd.). Aynı şekilde, devirden önce takip kesinleşmiş ise devralan alacaklı haciz isteyebilir. İcra takibinin alacaklısı takip konusu alacağın tamamını devredebileceği gibi, bir kısmını da devredebilir. Alacağın bu şekilde bir kısmı devredildiğinde, alacağın bir kısmını devreden alacaklı ile devralan alacaklı, -ihtiyar takip arkadaşı olarak- takibe devam edebilirler34.

➢ İtirazın İptali Davasında Davacının Dava Konusunu Devri

İcra takibi konusu alacağın devredilmesiyle, (eski) alacaklının devredilen alacağa ilişkin icra takibindeki alacaklı sıfatı kalkar. Alacağın devredildiğine ilişkin belgenin icra dairesine verilmesiyle eski alacaklı artık icra takibiyle ilgili hiçbir işlemde bulunamaz. İcra takibine kaldığı yerden devam edilmesini isteme hakkı yeni alacaklınındır. Yeni alacaklının yani takip konusu alacağı devralanın takibe kaldığı yerden devam etmesi gerekir. Yeni alacaklı, takibe devam edemez veya yeni baştan takip yapması gerekir demek, alacağı devralanın hukuki menfaatini zedeler. Çünkü icra takibinin alacaklının değişmesine kadarki aşamaları başarıyla geçmiştir ve eski alacaklı lehine bazı haklar doğmuştur; alacağı devralanın, eski alacaklının cüzi halef olarak eski alacaklının hukuki durumuna geçmesi ve alacağa bağlı hakları kullanması gerekir. Takip konusu bir alacağın devredilmesinde, icra takibinde bulunma hakkı, Borçlar Kanunu m.189 anlamındaki fer’i haklardan sayılmakta ve takip hakkının alacakla birlikte devredildiği kabul edilmektedir. Yeni alacaklı, icra takibine kaldığı yerden devam eder, örneğin borçlu ödeme emrine itiraz etmişse, alacağı devralan yeni alacaklı itirazın hükümden düşürülmesini sağlamak için itirazın iptali davası açabilir.

İtirazın iptali davasında dava konusunun devredilmesi bakımından bir değerlendirme yapılırken, bu davanın amacı dikkate alınmalıdır. İtirazın iptali davası, borçlunun itirazıyla durmuş olan takipte, alacaklı tarafından itirazın hükümden düşürülmesi suretiyle takibin devamına imkân veren ve takip prosedürü içinde açılan bir davadır. İtirazın iptali davası her ne kadar genel mahkemelerde ve genel hükümlere göre görülmekte ise de, bu davanın takip hukukuna özgü bir dava olup takibin devamını amaçladığı göz ardı edilmemelidir. Bu bakımdan bir değerlendirme yapılırken, alacaklının itirazı hükümden düşürmek suretiyle takibe devam etmesine ve alacağını elde etmesine imkân verecek şekilde onun menfaati dikkate alınmalıdır. Zira itirazın iptali davası, alacaklının menfaatine hizmet eden bir davadır. Belirttiğimiz bu amaç ışığında bir değerlendirme yapmak gerekirse, itirazın iptali davasında alacağın devredilmesi halinde yeni alacaklının, alacağı devreden davacının yerine geçip davalı borçluya karşı davaya kaldığı yerden devam etmesi gerekir. Bu durum, cüz’i halefiyet ilkesine ve hatta usul ekonomisine de uygundur. Çünkü eğer yeni alacaklının davaya devam edebilmesini davalının seçimine bırakırsak ve davalı da davaya yeni alacaklıya karşı devam etmek istemezse, bu durumda yeni alacaklının alacağını elde etmek için yeni bir takip yapması veya dava açması gerekecektir. Böyle bir halde, yeni alacaklı devraldığı alacağa kavuşmak için yeni bir takip yapmak zorunda kalacak, bu durum takip ekonomisi ilkesine de uygun düşmeyecektir. Kaldı ki, Kuru’nun da belirttiği gibi, arada geçecek süre içerisinde borçluya karşı takip yapıp borçlunun mallarını haczettiren başka bir alacaklı olabileceği ve bu durum yeni alacaklının zararına olacağı için

34. DİŞEL Buse, İcra Hukukunda Takip Arkadaşlığı: Birinci Bölüm – Takip Arkadaşlığı Hakkında Genel Bilgiler, On İki Levha Yayıncılık, Eylül 2014

yeni alacaklının davalının rızası aranmaksızın davaya devam edebilmesi gerekir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.125’te devralanın davaya devam edeceğinin hüküm altına alınmasıyla bu tartışmalar sona ermiştir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda söz konusu değişiklik yapılmasaydı bile, itirazın iptali davasının amacı göz önüne alındığında, davayı devralanın davacı olarak davaya kaldığı yerden devam etmesi gerekirdi. İtirazın iptali davasında, yeni alacaklının davalı borçluya karşı davaya devam etmesi durumunda, davalı borçlu, alacağı devredene karşı ileri sürebileceği defi ve itirazları, devralan yeni alacaklıya karşı da ileri sürebilecektir (BK m.188). Bunun yanında borçlu, yeni alacaklıya karşı şahsi defi ve itirazlarını da ileri sürebilecektir35.

➢ İtirazın İptali Davasında Davalının Dava Konusunu Devretmesi

İcra takibi devam ederken icra takibi konusu borç da devredilebilir. İcra takibi konusu borç devredildiğinde, icra takibinin borçlu tarafında bir değişme meydana gelecektir. İcra takibi konusu borcun devredilmesiyle birlikte, borçlunun borçlu sıfatı kalmayacaktır; dolayısıyla takibe ona karşı devam edilemeyecektir. Takip konusu borcun borçlu tarafından üçüncü bir kişiye devredilmesi halinde bir görüş, alacağın devrindeki duruma benzer şekilde takibe yeni borçluya yani borcu devralana karşı devam edileceğini savunmaktadır. Buna göre, yeni borçlu eski borçlunun yerini aldığı için alacaklının icra takibine kaldığı yerden yeni borçluya karşı devam etmesi gerekir. Diğer bir görüş ise, burada alacaklının kanuni istisnalar dışında borçlunun halefine karşı takibe yeni baştan başlaması gerektiğini belirtmektedir. Bu görüşe göre, icra takibi borçluyu önemli kararlar (ödeme emrine itiraz, bir malın haczinin caiz olmadığının dermeyan edilmesi gibi) vermekle karşı karşıya bırakır; bu sebeple her borçlu kendi şahsi durumunu göz önünde tutmak suretiyle bu kararları verebilecektir. Dolayısıyla, her borçlunun bu hususlarda karar verebilmesi için alacaklının takibe yeni baştan başlaması gerekir.
Davacı alacaklının amacı, itirazı hükümden düşürmek ve takibe devam edilmesini sağlamak olduğuna göre, davacının itirazın iptali davasına borcu devralan yeni davalıya karşı devam edebilmesi gerekir. Borcun devredilmesinde, borcun içeriği değişmediği ve ayniyeti devam ettiği için, borç ilişkisinden doğan defiler de borcu devralana yani yeni borçluya geçer (BK m.199/I). Bu sebeple, yeni borçlu borca bağlı defi ve itirazlarını davacıya karşı ileri sürebilir. Ancak, borcun devralındığına ilişkin sözleşmede aksi kararlaştırılmış olmadıkça borcu devralan, eski borçluya ait kişisel defileri alacaklıya karşı ileri süremez (BK m.199/II). Örneğin, eski borçlunun alacaklıya karşı sahip olduğu alacak nedeniyle ona karşı ileri sürebileceği takas def’ini yeni borçlu, alacaklıya karşı ileri süremez. Buna karşılık, borcu devralan, kendisiyle alacaklı arasında doğan ilişkiden kaynaklanan defi ve itirazları ileri sürebilir. Örneğin, borcu devralanın alacaklıdan bir alacağı var ise, takas def’inde bulunabilecektir.

Eğer, borcu devralan, borcu öderse itirazın iptali davası konusuz kalacaktır. İtirazın iptali davası, borçlunun itirazıyla durmuş olan takipte, alacaklı tarafından itirazın hükümden düşürülmesi suretiyle takibin devamına imkân veren ve takip prosedürü içinde açılan bir davadır. İtirazın iptali davası, her ne kadar genel mahkemelerde ve genel hükümlere göre görülmekte ise de, bu davanın takip hukukuna özgü bir dava olup takibin devamını amaçladığı göz ardı edilmemelidir. İtirazın iptali davasında davalı borçlunun dahi dava konusunu devretmesi halinde, davacı tarafından yeni davalıya karşı davaya devam edilmesi gerekmektedir. Dava konusu alacağın devredilmesi halinde, dava hakkı

35. ARAS Aslı, “İtirazın İptali Davasında Dava Konusunun Devri”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, S:121-122 (2014), s:151-167

fer’i haklar içinde sayılmakta ve dava hakkının da asıl alacakla birlikte devredildiği kabul edilmektedir. Yine aynı şekilde, takip konusu bir alacağın devredilmesinde de, icra takibinde bulunma hakkının alacakla birlikte devredildiği belirtilmektedir36.

36. ARAS Aslı, “İtirazın İptali Davasında Dava Konusunun Devri”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, S:121-122 (2014), s:151-167

KAYNAKÇA:

1. ARAS Aslı, “İtirazın İptali Davasında Dava Konusunun Devri”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, S:121-122 (2014), s:151-167
2. KURU Baki, İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları
3. Erdem&Erdem, http://www.erdem-erdem.av.tr/yayinlar/hukuk-postasi/teminat-olarak-alacagin-devri/
4. Kaşaroğlu Hukuk Bürosu, http://www.kasaroglu.av.tr/tr/28606/Alacagin-Iradi-Temliki-Devri-Nedir
5. TAŞ KORKMAZ Hülya, “Davacı Tarafta İradî Taraf Değişikliği Yapılması ve Bu Konuya Yargıtay’ın Bakış Açısının Değerlendirilmesi”, Fasikül Hukuk Dergisi, S:100, 2018
6. KALE Serdar, “Medeni Yargılamada Taraf Ehliyeti”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009, İstanbul
7. Hukuki Tavsiyeler, http://www.hukukitavsiyeler.com/2015/08/04/sifat-yoklugundan-husumetten-davanin-reddi-nedir/
8. BÖRÜ Levent, “Dava Konusunun Devri”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk, 2012
9. AKKAYA Tolga, “Medeni Usul Hukukunda İradi Taraf Değişikliği”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 16, Özel Sayı 2014, s. 897-941 (Basım Yılı: 2015)
10. DİŞEL Buse, İcra Hukukunda Takip Arkadaşlığı: Birinci Bölüm – Takip Arkadaşlığı Hakkında Genel Bilgiler, On İki Levha Yayıncılık, Eylül 2014
11. Öngören Hukuk Bürosu, http://www.ongoren.av.tr/alacagin-temliki/
12. Oğuzman/Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 2014
13. Pekcanıtez/Atalay/Özekes, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Vedat Kitapçılık, 2017

Her hakkı 5846 sayılı kanun gereği Ali Yüksel-Hilmi Özalp hukuk bürosuna aittir.

YAYINLANMA TARİHİ : 22 Kasım 2019
YAZAR : Stj. Av. Gözde BEYTORUN
Paylaş
Paylaş